18 Kasım 2010 Perşembe

Ah İstanbul Ah...


İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor

diyor Orhan Veli ama kim ne kadar İstanbul'u dinliyor ve o rüzgar kime esiyor bu çağda pek bilinmiyor. Acaba biz dinleyebilir miyiz diye düşünerek eşimle bahara taş çıkartan bir kasım günü yollara düştük. Ee İstanbul bu dünyanın minyatürü gibi… Beylikdüzü'nden bindiğimiz Taksim otobüsünün ikinci katından çevreyi seyre dalarken Migros'un önündeki arabaların sayısı şaşıttı beni ve onlarla birbirimizi anlamadığımız belliydi. İnsanoğlu ne çok seviyordu kendini sınıralamayı işte o yüzden insanoğlunu tutsak etmek zor olmazdı.

Ah Beyoğlu akın akın insan… Benim gibi düşünenlerin az olmadığını görüp yolculuk boyu düşündüklerimden vazgeçtim. Başkaydı buranın havası, tek tek insanların yüzüne bakıyor, hepsiyle ilgili faklı bir senaryo yazıyordum. Sanki burası da küçük Türkiye gibiydi. Hepsinin başka bir nedeni vardı belki ama davranışlar aynıydı: Taksimli gibi olmak… Yere çöp atan yok, laf atan yok, olduysa da ben rastlamadım. İyi ki de rastlamadım. Eşimle yavaş yavaş kalabalıktan sıyrıldık. Tünele yaklaştıkça yüzler değişmeye başladı, ara sokaklara girdiğimizde ise asıl İstanbul başladı. İşte burası görmek istediğim gerçek İstanbul’du. Sokaklarda Orhan Veli’nin bahsettiği o rüzgar birden esti. Bir elimde 1 lira verip aldığım ananas dilimi, diğer elimde eşimin sıcak avuçları, kulağımda Rum meyhanelerinden gelen, nedense beni hep duygulandıran müzikler… "İstanbul dur biraz sarhoş ettin beni!" demeye kalmadı 20 dakikaya kadar durdu İstanbul.
Yol devam etti, durduramadık, Eminönü’nde balık ekmek yerken bulduk kendimizi. Şaşırmayın hemen, 4 liralık olanından hani salatası soğanı ekmeğin içinden olanından. Ardından kana kana içtiğimiz turşu suyu, birer tane midye ve halka tatlısı… "Oh İstanbul usulü karnımızı doyurduk" derken ne yazık ki İstanbul doymuş artık kusmaya başlamış. Her yer insan her yer çöp… İstanbul’dan nasibini az almış bir halk kitlesi… Yediği önünde yediğinden arta kalan arkasında… Zorla sana bir şeyler aldırmaya çalışan satıcılar… Otobüs kuyruğunda kavga eden insanlar… Otobüste küfreden ‘namuslu’ Belediye şoförü… Burası da minyatür değil kocaman bir Anadolu kasabası… Ah İstanbul ah hangi yüzüne baksak hangi sözüne inansak bilmiyoruz ki...