24 Aralık 2011 Cumartesi

İyi Bir Gün Olmayacak Yarın

Senin yazmayı bıraktığın gün, senden kaptığım yazma hastalığına sığınmak ne kötü! Ama sen de hak verirsin ki seni kime anlatsam yetersiz kalacak, en iyisi seni en iyi anlayan ve en iyi anlatan şeye sığınmak, yazıya...
İlk defa metafor sözcüğünü sende duydum, önceleri meteorla karıştırdım. Ama ne fark ederdi, ikisinde de seni anlatan bir şeyler vardı: Metaforlarla dolu hayatına sık sık meteorlar düşerdi. Ve sen her meteordan bin metafor üretir; hayatına, okuluna, dizelerine katardın. Sonra bir gün o metaforları çözme fırsatı buldum ve her satırda senin deyiminle "civciv sarısı umutları" okudum.
Şimdi de "civciv sarısı umutlarını" toplayıp gidiyorsun. Yoksa bu da mı bir metafor.
Cümleleri sana uygun bitirmek gerek
"İYİ BİR GÜN OLSUN YARIN!"
Sevgili Öğretmenim.


Haziran bulutları
olsun yatağın
aşka düşsün yolun
düşünde
bir dere kenarında
söğüt gölgesine sığınsın başın
ayakların suda
- aslında su senin ayaklarında gülüm-
elinde Bursa işi bir çakı
sabaha kadar
umutlarını yont!
Bir de beni düşün
düşünde
yokluğun
nasıl da
haziran bulutuyum
söğüt dalıyım
akan / akmayan suyum
ama illâ ki
yonttuğun umudum...

İyi geceler gülüm,
iyi bir gün olsun yarın...


NEVZAT TEKİN



10 Aralık 2011 Cumartesi

Buldumcuk Mutluluk


Bir dostun güzel daveti sonbaharın başına denk geldi. Ruhumuzu kahkahalarla, dünyamızı güneşin hoşça kal gülücükleriyle ısıttık.



Balıklar bizden keyif sizden, dediler. Ama göz göre göre cana kıymak kolay değil!


Gönlümüz el vermedi, balıklara hayatın gerçeğini gösterip onları suya geri salıverdik, balıkların mutluluğu salatamıza, ekmeğimize bulandı.


Elveda demek zordu ama önce güne, sonra yaza ve en sonda dostlara teşekkür edip yol aldık uzaklara.
Ve merhaba yeni zaman dilimlerinde yeni mutluluklara...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

KARE / KÖŞE


Hayattan yakalanan küçük bir kare... Ne kadar dingin, ne kadar özgün ve ne kadar yılgın bir geceye gömülmekte... Çektim, kopardım hayattan, size getirdim. Zihninizin ekleyin bir köşesine

16 Ağustos 2011 Salı

SOBE

Şu saflığın üzerine kurumuş bir yaprak gibi ben de düşsem ve orada hayat bulsam. Hayat, yakaladım seni. SOBE!

11 Ağustos 2011 Perşembe

ALTINOLUK...


Sabah erken saatlerde başlayan gezimizde arabayı kullanan arkadaşım dışında herkesin gözlerinden uyku akarken hepimiz, yüzümüze bir kova soğuk su atılmış gibi silkindik. İçimizden "Memleketimizden İnsan Manzaraları" deyip yaratıcı arkadaşları tebrik ettik. Ayrıca kardeşimize de hayırlı teskereler: " 22 YILLIK FİLME 15 AYLIK REKLAM GİRDİ."


Nasıl gözüküyor? Belki çok sıradan... Ama hayatımda yediğim en lezzetli kahvaltıydı. Ben de köy çocuğuyum ama neden bu kadar lezzetli yumurta , bal ve sıcak ekmek yemedim diye kendime sormadan edemiyorum. Yoksa biz anlamadan birileri bizi şehirli mi yaptı? Üzüldüm kendi adıma böyle bir kahvaltıya ve doğaya bu kadar hasret kaldığım için.


Kaz Dağları... Adını coğrafyadan çok duydum, yerini de biliyordum ama tanışma fırsatı yeni buldum. Ne kadar geç kalmışım, meğer ne kadar ayıp etmişim, dağ deyip geçmişim. Müthiş bir doğa kendini koşulsuzca sunmuş insanoğluna. Kızgın güneşin altında yanmış çorak teniniz Sütüven Şelalesi'nde ve Hasan Boğuldu'da bizim deyimimizle cos diye bir ses çıkaracaktır. Gerçekten birçok denizde bulamayacağınız berraklık ve serinlik burada. Hele koca bir yılın vücudunuzu kızdırdığını düşünüyorsanız bu doğa ve su tam sizin için. Ama ne olur doğadan anlamayana söylemeyin, insanoğlunun kirli elleri bu suları kirletip ısıtmasın.


Şu ağacın bir dalında oturup ayaklarını serin sulara doğru sallamak... Kulağında çekirge sesleri ama suyun dingin sesiyle karışınca zıtların yarattığı bir uyum... Ciğerlerine çektiğin havanın burnunu ve soluk borunu inceden yakması... Size nasıl bir hayat verir, düşünün; ama bir daha gerçek dünyaya dönmeyin, orada kalın.


Her güzel şeyin sonu... Kalabalık insanlar, alışveriş çılgınlığı, bir gürültü, bir hareket... Ama yine de çok beğendim Altınoluk gecelerini. Her keseye, her cüsseye, her düşe göre ayrı bir gece. Seni bir şeyler yapmaya zorlayan mekanlar yok. Özgürsün... Aynı Altınoluk'un denizi gibi şeffaf ve dalgalı...

2 Ocak 2011 Pazar

Bir "Kış" Gecesi Rüyası

Yoğun bir çalışma temposu olsa da güzel bir dostun güzel teklifini kabul ettik ve düştük karlı, yağmurlu, mutlu, umutlu yollara. Bir neşe, bir kahkaha… Bir iki dost muhabbeti… Derken arabayla beraber ben de gaza gelip hayatıma dair önemli bir gerçeği açıkladım: İbrahim Tatlıses’in yanık bir sesi var(!) Demez olaydım. Bütün gecenin geyiği oldum. İbo mibo derken vakit ilerliyor hala gideceğimiz yeri bulamıyorduk işte tam bu zamanda nasıl trafik canavarı olunur öğrenmeye başladık çünkü oyuna yetişmek zorundaydık. Neyi yağdıracağına karar veremeyen doğa karı, yağmuru penceremize atıyor, biz yılan gibi arabaların arasından sıyrılıp sanat aşkıyla yüreğimiz ağzımıza geliyordu.

Nihayet kültür merkezini bulduk. Başlamasına 10 dakika var. Ah ne güzel, ne güzel! Arabayı park edecek yer yok. Bilmediğimiz sokaklara giriyor, çıkıyoruz. Arabayı bir yere park ettikten sonra acı gerçekle daha bir gerçekçi yüz yüze geliyoruz. Salondan uzaklaşmıştık. Ve sanat aşkıyla koşmaya başladık. Rüzgara karşı hem de yağmurun, karın arsından… Ve soğuğa inat sanat aşkıyla yanıyorduk.

Sonunda kırmızı burnumuz, soluk soluğa nefesimizle salona giriyoruz ve ışıklar sönüyor. Sanat sen nelere kadirsin. Oyun ‘’Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası… ‘’ Bizim de o gece rüyamız olur umuduyla izlemeye başlıyoruz; ama itiraf etmek zorundayım aradığımızı bulamıyoruz. Tamer Karadağlı’nın çocuklar duymasın edasıyla oynadığı rol beni doyurmuyor; ama Shakespeare’nin bir oynunu izlemenin yarattığı kültür patlamasını içimde yaşıyordum. ‘’Sen büyüksün SHAKESPEARE’’ diyerek olayı tatlıya bağlıyorum.

İçimizde yaşadığımız kültür patlamasına dayanmadı midemiz ve Türk olduğumuzu hatırlayıp gecenin bir saatinde o soğukta bir dürümcünün önünde kendimizi ‘’benimki bol soğanlı olsun’’ derken bulduk. Bu kadar İbo’yu anmışken, sevmem ama, İbo gibi yaşamak lazım kardeşim bazen. Acının ve soğuğun etkisiyle burnumuzu çeke çeke yediğimiz dürümümüz, yarı profesyonel fotoğraf makinelerimizin bizde bıraktığı sonradan görme havası ve Türk gibi eğlenip Avrupalı gibi izlediğimiz oyunumuz, bir kültür bunalımı içinde yorgun düşürdü bizi. Böylece güzel bir geceyi anılarımızın hesabına yatırıp evimizin yolunu tuttuk